3 Mart 2012 Cumartesi

Eski Yaz Hikayeleri vol.7: Vahşi Bir At Olamadım

Bir hödükle vahşi at arasındaki farkı bilir misiniz? Bir hödük olmakla vahşi at olmak arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu bilir misiniz peki? Ben söyleyeyim, en azından ikinci soruya cevap vereyim. O çizgi çok kalın, hani her insan evladının kolay kolay geçemeyeceği kadar kalın aslında. Geçebiliyorsa eğer adam o çizgiyi, uğraşmayın, yontamazsınız. Kendimden biliyorum.

Yaz vakitlerini hiç sevmedim; hele ki okulda geçen yazın o ilk günleri... Çok sıcak. Tiril tiril giyinmiş insanlarla yarışabilmek imkansız. Yani aslında baştan klasman dışı kalan kuşaktanım denebilir. Daha ufakken evde annesinin uzattıklarını beğenmeyip çekmeceleri karıştıran, hızını alamayıp annesinin ya da babasının dolabına musallat olan küçük artistlerden olamadım ben. Burnunu annesinin tüm uyarılarına rağmen gömleğinin, kazağının koluna silen çocuklardandım. Bakıyorum da 25 senede çok fazla şey değişmemiş.

Öyle kantinde falan ılık bir meltem gibi kızların suratına suratına çarpamadıktan sonra yazın neyini sevecektim ki... Sıcak, bulantı, bunalım... peh.

Ama o yaz farklıydı, hissediyordum. Bir yerlerden kulağıma kuşlar alt dönemlerden bir kızın ismini fısıldamışlardı. Gururum okşanıyordu inceden. Ilık bir meltem olamasam da birilerinin gözünde soba zehirlenmesine sebep olacak türden bir lodosu çağrıştırmıyor olmak güzeldi. Ama gözüm başkasındaydı; modern çağın ruhu, Tom Robbins'in anlatmak istediğini anlamak senelerimi alacaktı: "Mükemmel aşkı yaratmak yerine vaktimizi mükemmel aşıklar arayarak heba ettik."

Başka bir kız vardı, evet. Pek özgüven patlamaları yaşayarak "Bak kuzum, izdivacına talibim ey burnunua meftun olduğum" deyip kız tavlamaya çalışacak cinsten bir adam değildim; yani o küçük ayrıntıyı öğrenene kadar. "Birisi beğenmişse diğeri neden beğenmesin" sorusu kafamı sürekli meşgul eder olmuştu. Hali hazırda erkek dediğinin kapasitesi belli, ereksiyonuyla dengesini aynı anda muhafaza edemeyen bir cinse mensup gencin bu şartlar altında doğru kararlar verebilmesi mümkün değildi doğal olarak.

Küçük sanrılar git gide büyür böyle durumlarda. Bir kez göz göze gelmeye görsün adam, "Tamam abi işte, hatun da beni kesiyor, tamamdır, biraz da ağırdan sattım mı kendimi, ohooo daha n'olsun kanka"... Yankılanır durur kafada.

Gözümüzü planlar dünyasına açmış veletleriz bizler, hep planımızın olması gerekir. Hesapsızca, dürtülerimizle bir şey yapmayı bırakalı çok oldu, beynimizde bir korteks gerçeği var hani. Kelime anlamı bile kabuk olan bir yapıdan ne medet umulur aslında ya yine de yeni kodlar böyle emrediyor. Planlar, stratejiler...

Birkaç gece boyunca yaptığım hesap kitaptan sonra standart bir kızın gönlünün anahtarının "kuul"luktan geçtiğini buldum. Yani tanımlamalar karışıktı, "babyface sevmem" ile "ay o ne mağara adamı gibi"nin ortasında uzlaşmak istemiyorlardı. "Çok inek bu ya, konuşulmaz bununla" ve "Ay o çok fırlama bir adam, ayakta uyutur kızım seni" arasında da makul bir nokta yoktu. Yumdum gözümü ben de, verdim "kuul" havasını beline beline... Vahşi bir at gibi olmalıydım, yelesi rüzgarda ahenkle dalgalanan vahşi bir at... Okulda sürekli odun yutmuş gibi geziyordum artık, daha kral giyiniyordum, göz teması kurmuyordum kimseyle. Sadece bazen hatuna bakıyordum, göz göze gelir gelmez de gözlerimi hafifçe devirerek "Sıkıcı oldu buralar ya, yeni heyecanlar lazım bize abi"yi salıyordum ortama...

Sonra bir gün, okulların kapanmasına birkaç gün kalmışken, hani rezaletin kıyısından dönmeyi sadece üç beş günle kaçırırken bir şey oldu. Kıza bakarken birden ayaklandı kız, bana doğru gelmeye başladı. Ellerim titremiyordu, "kuul" olmalıydım, "kuul"dum ben, sabit durmalıydım, kız yaklaştıkça ben arkadaşlarıma doğru dönüyordum. Kız yaklaştıkça daha yüksek sesle konuşuyordum, daha da yüksek, gırtlağım patlarcasına konuşuyordum resmen, kız yaklaştıkça topuklarımı götüme vura vura kaçasım geliyordu ama ben "kuul" olmalıydım.

Omzuma dokundu kız, dönmedim hemen, vahşi bir attım ben, kolay lokma olmazdım, bir daha dokundu, bu sefer dönüp "Ne vardı?" dedim. Hayatımın karabasanı tam da üzerime çökmek üzereydi ya, atmosfer uygun olsun diye bir bulut bir anlığına güneşi örttü, kız da açtı ağzını yumdu gözünü "Ay gerizekalı mısın sen ya!!! Ne bakıp duruyosun öyle yaa! Hayır bir dahakine erkek arkadaşım kıracak ağzını yüzünü, o olacak, başımıza bela mı olucan sen yaa!"

Bol ünlemli "yaa" içinde kalmıştım, ne yapacağımı bilemedim, keşke bağırmadan efendi gibi derdini anlatsaydı diye düşünüyordum, çekerdi kenara "bi' dakka gelsene birader" diye, anlatırdı yani, ne var bunda bu kadar kızacak canım...

"Sana öyle gelmiştir, bakmıyorum ben sana falan" dedim. "Ay hala artistlik peşindesin gerizekalı yaa!! Sakalındaki ketçabı sil de sonra konuş sen avanak!" deyip döndü kıçını, uzaklaştı.

Daha ne kadar kötü olabilirdi ki... tutunacak dalım, sığınacak kıyım yoktu sanki, dipsiz kuyularda ipsiz kalmıştım adeta...

Kütüphaneye doğru koştum. O alt dönemdeki hatun arkadaşlarıyla hep orada takılırdı, koştum, kan ter içindeydim. İçeri girmemle alt kata inen merdivenlerden kızınve arkadaşlarının çıkıp köşeyi dönmesi bir oldu, arkadaşı "boşver hödüğün tekiymiş zaten artist, üzülme" diyordu kıza.

Hiç şüphem yoktu, o hikayedeki hödük bendim, hödüklükle çekici bir vahşi at olmak arasında fersahlarca kalınlıkta bir çizgi vardı ve ben o çizgiyi aşmayı başarabilen nadir insanlardandım.

2 yorum:

  1. Bir de kendimi at avrat bira serbest çağrışımından kopartıp; kelime doğrulamayı kaldırsan + izleme şansı tanısan bize derim.

    Yıllar önce bana dendiğinde de tacize uğramış gb tepkiler veriyordum, ayrı mesele =)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. kelime doğrulamayı kaldırdım ama izleme şansı tanımak derken? yani isteyen takip edemiyor mu bu blog'u şimdi?
      evet blog aleminde yeniyim :)
      hem yıllar önce o tepkileri vermek de bir yerde gelişimimizin aşaması sanırım ama hala veriyorsan belki üzerine biraz kafa yorulabilir :)

      Sil