3 Mart 2012 Cumartesi

Eski Yaz Hikayeleri vol.2: Değişikliği Hiç Sevmem

Sıkıcı bir okul günü. Küçük bir yokuşun sonunda fakülteden dışarı atıyoruz kendimizi. Benim aklımda planlar; sırtımdan damla damla terler yuvarlanmaya başladığı vakit beceremediğim şeylerle ilgili yaz planları kurmanın vakti gelmiştir, bunu bilirim.

Trafiğin pis saati, yavaş ilerliyor arabalar; yanımda arkadaşım, kafamızda dekor misali uzadıkça kıvırcıklaşan saçlar, arabanın camından dışarı sarkmış bir piç. Reklam piyasasının biz kıvırcık saçlılara en ekşi armağanı… Tam da “ abi” deyip giriyorum lafa, piç bölüyor önümüzden geçerken, “bonus kafalar, bonus kafalaaar”…

İnceden dağılıyorum ben, gülsem mi yoksa iki balta, biraz daha sempatik görünmek uğruna katlandıklarımıza kızsam mı bilemiyorum. Veriyoruz kendimizi işin kritiğine. Dostumun pek benimle paylaşası yok işin kaymağını, “oğlum kıvırcık olan benim lan, sen ne alınıyorsun ki”…

En iğrenç kıvamını yakalamışım saç denilenin, ne kıvırcık ne düz; bir garip dalgalanmış, durulamamış… Hak veriyorum içten içe ama yine de ona karşı ucunu bırakmam, “oğlum çocuk çoğul konuştu lan, yani tekil de diyebilirdi ki… demedi ama lan işte”. Peh…

Kısa bir süre susuyoruz. Önce laf finallerden açılıyor sonra haliyle yaz tatilinden konuşmaya başlıyoruz. Daha doğrusu ben anlatıyorum o dinliyor. Kendimi kollarına atacağım yaz aşklarım, mağrur maşuk halleri… Bekle beni Akdeniz, sana geliyorum…

“Oğlum” diyorum, “bu yıl bildiğin gezerim lan ben. Dersler falan kral, ortalama iyi, bunca yıldır adam gibi tatile de gitmemişim. Bir yerlere kaçarım, sabahları denize girerim. Biraz musiki sonra, akşamları güzel bir yerlerde balık ve rakı… o kafayla şahane de yazılar çıkarırım. Sabahları koşup kilo da veririm lan, bakarsın güzelce bir kız da tavlarım, tatili tatlı oynaşlarla taçlandırırım.” Bana bakıyor garip garip, “Olur abi, neden olmasın” diyor. Suratında benim adıma hissettiği üzüntü, hafiften “kerizimin hayallerine bak” duruşuna karışıyor. Burnuyla dudaklarını aynı hizaya sokasım geliyor.

“Acıktım, şurada iki dürüm atalım” önerisine olumlu karşılık verip iddialarımı, planlarımı temellendirmeye çalışıyorum. “Niye olmasın ki lan, parayı verip pansiyonda kalıyorum, akşam yürüyüp sabah koşuyorum, yazımı yazıp yatıyorum. İlla ki güzel birileriyle tanışıp gezerim de… Benden iyisi mi var lan!” “Abi neden olmasın diyorum ya zaten, olur yani, sen istedikten sonra”... Harbi dağıtıcam ağzını burnunu ya, arkadaşlık hatırı var.

Dürümcüden çıkıyoruz, sessiz bir yürüyüşten sonra ayrılıyor yollarımız. Evime giriyorum, havasız kalmış, benimle beraber yaşayan iki adam daha var ve pencereleri açmayı sevmiyorlar; düşünün ki etrafımda ne kadar çok adam olduğunu her defasında evdeki kesif erkek kokusuyla yüzüme çarpıyor hayat. İntikamımı almaya kararlıyım ama, “Olacak bu yaz, bu yaz hayal edilmeli biraz”, kafiyeli düşüncelerim. Balkonun kapısını açıp yatıyorum. Odaya oksijen doldukça tatlı tatlı dönüyor aklım, Zerrinler, Zeynepler, Alaralar akıyor gözümün önünden, bikinileriyle… Sahilde oturmuşuz, tepede güneş, yanı başımız deniz, dibimizde altın sarısı kum, ortamızda harıl harıl alev. Sıcak lan, kan ter içinde kalıyorum, çok sıcak… Güneş, ateş, sarı saçlar, kızgın kumlar…

Derken uyanıyorum soluk soluğa, ne çeşit bir kabus bu?

Arkadaşımın evinde kalmışım gece, içmişim belli ki, yatak sırılsıklam terden. Misafir olunan evde yatak takımını kullanılamayacak hale getirmek… daha çok kıvrandığımı hatırlamam. En sonunda çarşaf, pike ne varsa katlayıp yere atılan döşeği de kat kat edip bir araya topluyorum, arkadaşımı ve sevgilisini uyandırmadan kaçıyorum evden.

Otobüs durağına çıkarken apış aramda bir sızı fark ediyorum. Evdeki gerginlikten kurtulunca ağrıydı sızıydı hepsi veriyorlar kendilerini bana vurmaya. Pişik olmuşum. Ayağımdaki sandalette de garip bir kayganlık var, kaldırıma çöküp çıkarıyorum sandaleti, küçük bir parça domates kabuğu görünce üzerine kusulduğunu anlıyorum, sanırım ben yaptım o işi de… Eve gitmek için Taksim’den bir kez daha otobüse binmem gerekecek ve beklemelerle beraber yaklaşık 2 saatlik yolu pişik olmuş, terlemiş, üzerine kustuğum bir sandaletle eve ulaşmak zorunda kalmış olarak almalıyım.

Otobüste en arka köşeye geçiyorum, hafta içi öğle öncesi saatleri… Kimse yok otobüste, bir kabus daha yaşamaktan kurtuluyorum.

Eve gidip içeri giriyorum, açlıktan bitik durumda… Her sabah aynı kahvaltı: karpuz, domates, üzüm, peynir. Değiştirmiyorum menümü. Her akşamkinden farklı bir şeyler yediğimde kendimi pişik olmuş bir vaziyette bok içinde buldum.

“Değişikliği hiç sevmem zaten, iyiydim ya, takıldım evde mis gibi” dedim arkadaşıma geçirdiğim yazı anlatırken. Bir kez daha becerememiştim. “Güzel abi” dedi,. Artık vakti gelmişti, ilk kez birine yumruk atacaktım.

2 yorum:

  1. Ben de sevmem diyerek gelip, Değişiklikten fazlasını bulmak =)

    14 günde acaip dolmuş blog, belki daha az

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. blog 14 günden ziyade 4 senede falan doldu :) sadece hepsini bir defada ekleyiverdim...

      Sil