Balkondayım, pek güzel bir kar inceden inceye örtüyor şehrin üstünü yavaş yavaş. Havada kokusu asılı. İçine çeksen, dışarı çıkarken ciğerlerini de kandırıp uçurur diye korkacağın kadar güzel, taze… Ay bulutların arkasında. Seçilebiliyor ama yine de. Tek eli olan bir piyanistin resitali gibi: vakur, biraz da çaresiz. Yıldızlar hiç yok ortalıkta. Şehri savaşlarda ilk onlar terk ederler zaten. Eh, tam da günle gecenin savaşı hüküm sürüyor gökyüzünde şu saatlerde…
Gece sohbetleri için çok geç saat; sabah kırgınlığı içinse erken, gerçekten erken… Yalnızlık ilginç bir anne rolü üstlenmiş bu saatlerde, bütün ürpertilerin annesi; o doğurdu, o büyütüyor.
Radyoyu açıyorum. Eski denilen şarkılar. Neye göre eski? Şarkı nasıl eskir, kullanıldıkça mı? Mesela aşk şarkılarının çabuk eskimesi gerekmez miydi o zaman? Kafam karışıyor. Balkona dönmeli, o sakin yere.
Kar gecikti ya, sabah tedirginlik de basacak evleri: acaba tatil olur mu, yollar kapanır mı, hiç çıkmasak mı? Birçoğu yine de çıkacak. Fakat buna rağmen kaygılı görünmüyor sokaktaki köpeklerle kuşlar. İnsanlar gelecek oysa. Çemberler çizerek çığlıklar içinde kaçmalılar. Ama onlar için bulunmaz anlar bunlar; yolun ortasındaki birikintiden su içmek mi, başka saatlerde kimin haddine!
Hazır ay ve gece burada sayılırken hala, keyfini çıkarmalı sabit ivmenin. Doz aşımıyla karşı karşıya bir vaka artık ayı izleyen.
Gece hafif hafif güne doğru ölüyor ve ay bir başka gecenin en karanlık yerine sürülüyor. Güneşin hükümranlığı başlayacak birazdan. Radyoda bir trompet hafiften inlemeye başlıyor, tanıdık geliyor kulağıma, “Şaka mı bu!” diyorum şarkıya eşlik etmek üzere yutkunurken ve sonra hep beraber –son ki üç dört-, “İstersen hiç başlamasın…”
Şaka mı bu?
İzleyici olayı güzel olmuş. Çıplak gibi duruyor aksi halde bloglar.
YanıtlaSilBu yazı yeni değil lakin yemeyiniz bizi. dün gece de vardı
yazı tam 5 senelik aslında. ama dün gece ekledim. eskileri de ekleyeyim de tamamen ereksiyonunun dikine dikine gidip kaybeden adama dönüşmeyeyim dedim.
Sil