Biz çok şanssız bir nesiliz.
Artık kamışa yürüyen suyun basıncından duramaz hale geldiğimiz yaşlardaydık. Ailelerin olmadığı bir tatil geçirmeye karar verdik beş arkadaş. Allem ettik kallem ettik derken aile efradından izinler alındı. Ne yazık, hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye bu kadar hevesli oluşumuzu ilerleyen yıllarda gülerek hatırlayacaktık.
Daha yola çıkmadan birkaç gün önce başlıyordu talihsiz serüvenler dizisi. Aileyi tatile yolladıktan sonra evi boş bulunca özgür tatil tayfasını çağırdım. "Birada yeniyiz" falan demeden deve yüküyle bira sırtlandık marketten. Balkon serin balkon güzel lakin bira kızların hali hazırda ortamda yoklarken sadece isimleri geçtiğinde bile kanın büyük kısmını penise pompalatabildiği o yaşlarda adamı çarpıyor. Süngerleşmek de yaşla oluyormuş, dipnot olarak düşeyim.
Ilk kafayı bulan Deniz oldu. Patlatılan komik bir ayrıntıya gülmek isterken koca kafası hızını alamıyordu, adeta Deniz'den ayrı bir organizma gibi hareket ederek yanına çöktüğü duvara çarpıveriyordu yuvarlanan bir yumurta misali.
Deniz bayıldı. Tokat falan kesmeyince soğuk suyla ayılttık. Evlere dağılma vakti gelmiş demekti bu küçük çaplı felaket. Deniz'i beraberce eve götürdük.
Kapıyı Ekrem Amca açtı. Deniz'in alnındaki şişliği görmemesini umuyorduk ama şansımız o akşam hiç yaver gitmemişti. Daha kötüsü ise Deniz'i teslim ederken tatil tayfasında olmayıp o akşam bize katılan Onur'un Ekrem Amca'nın elini tokalaşır bir vaziyette kavrayıp kulağına eğilerek yarı özür yarı nasihat şeklinde çocuğun üstüne fazla gitmemesini söylemesi olmuştu. Bu kadar da sarhoş muhabbeti fazla değil miydi?
Ekrem Amca'nın Deniz'i yollamaktan vazgeçmemesi büyük jest oldu.
Birkaç gün sonra yola çıktık. Seçtiğimiz yer Çeşme Ilıca'ydı. Otobüs pek keyifli, feribotta kız kesmece oynamak çok eğlenceli. Ama küçük bir "spoiler" vardı o akşam, biz anlamadık sadece.
Çeşme'ye vardığımızda pansiyon pansiyon gezip, emlakçı emlakçı dolaşıp cepleri kalacağımız yere boşaltmamız gerekeceğini fark ettiğimizde ilk şoku yaşadık. Biz o sene kazığın büyüğünü magazincilerden yedik.
Envai çeşit gece kulübü çadır şeklinde diskotekler açma modası başlatmıştı ve magazin gazetecileri de aynı süreçte in-out kelimelerini öğrenmişlerdi. Ilk kez ve o yaz en fazla kullanılan sözcükler "Çeşme in-Bodrum out" oldu. Fiyatlar da tavan yaptı haliyle.
Nihayet beşimiz için de birer yatağın olduğu bir ev bulduk. Cepleri boşalttık ve makarna -ketçap moduna geçtik.
Markette sadece makarna ve ketçap alıyorduk, çok fazla makarna vardı sepetimizde; daha da çok olmalıydı, sadece makarna olmalıydı, makarna iyiydi, besleyiciydi, tok tutardı, makarna candı ciğerdi...
Kendimizi plaja atabilmiştik nihayet. Beş sap yan yana serildik, biraz denize girdik. Gözlerimiz akran karşıcinslerimizin üzerindeydi. Ama bir bakış bile yakalayamıyorduk. Olmuyordu. Akşam masaya yatırılması gereken bir mevzumuz vardı artık.
Sahi lan, kızlar neden bakmıyordu bize? Dışarı çıkmadan evvel buna bir çözüm bulmalıydık. Pascal olmaya gerek yok, beşli grubu dışarı çıkarken iki ve üç kişilik gruplara böldük. Bizde hiç kabahat yoktu çünkü, kalabalıktık, her birimiz için diğer odunlar potansiyel kızsavarlardı ve yalnız takılmalıydık. Biz aslında süperdik de kalabalıktık.
Hiçbir şey değişmedi sevgili okuyucu. Günler günleri kovalarken biz hep sap başımızaydık. Çok makarna yiyorduk, gece çıkarken Musa adlı bıçağımızı alıyorduk, halı saha yapacak adam bulmuştuk ve halı sahadan kilometrelerce yürüyerek dönüyorduk eve taksi paramız olmadığından. Lunapark'ta önce kazandırıp sonra kaz yolar gibi adam yolan oyunlarda da olan paramızı kaybediyorduk, jet-ski kiralamanın hayalini kuruyorduk ve bunları hep sap başımıza yaptık, evet.
Tatilin sonuna yaklaşırken bir yat gezisine katıldık. Hani şu 20 liraya bütün gün gezdirenlerden falan...
Çağdaş bütün tatilin acısını çıkaracaktı. Çağdaş kararlıydı. Çağdan çoktan Nazım'ı, Fırat'ı, Deniz'i, Tolga'yı gerisinde bırakmıştı, Çağdan bir hatun görmüştü.
Ama nasıl olacaktı? Aklına bir fikir geldi Çağdaş'ın. Biz artık sadece izleyiciydik. Çağdaş kızın oturduğu yere yaklaştı. Elinde gazeteler vardı. Kızın gazetelerden birisini ödünç isteyebilme ihtimalini sevmişti Çağdaş. Kız ikisinin arasına konmuş gazetelere kaydırdı bakışını. Galiba olacaktı bu sefer.
Ama biz geride dört kişi olmalıydık? Kim eksikti? Kim kayıptı?
Tolga'yı Çağdaş ile kızın oturduğu yere yaklaşırken gördük, Tolga elinde bir sigara ile o tarafa doğru gidiyordu. Tolga'nın her adımı Çağdaş'ı daha da geriyordu.
Tolga ikilinin arasındaki gazetelerin üstüne, tam da ikilinin arasına ıslak şortuyla şap diye oturuverdi ve kıza dönüp "Pardon, ateşin var mıydı?" diye sordu.
Biz o tatili en azından birimizin muzaffer bir edayla sırıtarak bitireceğine çok inanmıştık, olmadı, olamadı.
Hayat acımasızdı, erken tanıştık bu gerçekle.
On sene sonra bu kez Çeşme Sheraton'da buluşmak için sözleştik. Şeytanın bacağını kırmak için geç kalma ihtimalimize karşı bu kez Sheraton'da olacaktık, evet.
*Ne yazık, bu hikayedeki Ekrem Amca ve Tolga göremeyecek bu buluşmayı. Muhtemelen buluşma da olmayacak. Huzur içinde uyuyun.
Artık kamışa yürüyen suyun basıncından duramaz hale geldiğimiz yaşlardaydık. Ailelerin olmadığı bir tatil geçirmeye karar verdik beş arkadaş. Allem ettik kallem ettik derken aile efradından izinler alındı. Ne yazık, hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye bu kadar hevesli oluşumuzu ilerleyen yıllarda gülerek hatırlayacaktık.
Daha yola çıkmadan birkaç gün önce başlıyordu talihsiz serüvenler dizisi. Aileyi tatile yolladıktan sonra evi boş bulunca özgür tatil tayfasını çağırdım. "Birada yeniyiz" falan demeden deve yüküyle bira sırtlandık marketten. Balkon serin balkon güzel lakin bira kızların hali hazırda ortamda yoklarken sadece isimleri geçtiğinde bile kanın büyük kısmını penise pompalatabildiği o yaşlarda adamı çarpıyor. Süngerleşmek de yaşla oluyormuş, dipnot olarak düşeyim.
Ilk kafayı bulan Deniz oldu. Patlatılan komik bir ayrıntıya gülmek isterken koca kafası hızını alamıyordu, adeta Deniz'den ayrı bir organizma gibi hareket ederek yanına çöktüğü duvara çarpıveriyordu yuvarlanan bir yumurta misali.
Deniz bayıldı. Tokat falan kesmeyince soğuk suyla ayılttık. Evlere dağılma vakti gelmiş demekti bu küçük çaplı felaket. Deniz'i beraberce eve götürdük.
Kapıyı Ekrem Amca açtı. Deniz'in alnındaki şişliği görmemesini umuyorduk ama şansımız o akşam hiç yaver gitmemişti. Daha kötüsü ise Deniz'i teslim ederken tatil tayfasında olmayıp o akşam bize katılan Onur'un Ekrem Amca'nın elini tokalaşır bir vaziyette kavrayıp kulağına eğilerek yarı özür yarı nasihat şeklinde çocuğun üstüne fazla gitmemesini söylemesi olmuştu. Bu kadar da sarhoş muhabbeti fazla değil miydi?
Ekrem Amca'nın Deniz'i yollamaktan vazgeçmemesi büyük jest oldu.
Birkaç gün sonra yola çıktık. Seçtiğimiz yer Çeşme Ilıca'ydı. Otobüs pek keyifli, feribotta kız kesmece oynamak çok eğlenceli. Ama küçük bir "spoiler" vardı o akşam, biz anlamadık sadece.
Çeşme'ye vardığımızda pansiyon pansiyon gezip, emlakçı emlakçı dolaşıp cepleri kalacağımız yere boşaltmamız gerekeceğini fark ettiğimizde ilk şoku yaşadık. Biz o sene kazığın büyüğünü magazincilerden yedik.
Envai çeşit gece kulübü çadır şeklinde diskotekler açma modası başlatmıştı ve magazin gazetecileri de aynı süreçte in-out kelimelerini öğrenmişlerdi. Ilk kez ve o yaz en fazla kullanılan sözcükler "Çeşme in-Bodrum out" oldu. Fiyatlar da tavan yaptı haliyle.
Nihayet beşimiz için de birer yatağın olduğu bir ev bulduk. Cepleri boşalttık ve makarna -ketçap moduna geçtik.
Markette sadece makarna ve ketçap alıyorduk, çok fazla makarna vardı sepetimizde; daha da çok olmalıydı, sadece makarna olmalıydı, makarna iyiydi, besleyiciydi, tok tutardı, makarna candı ciğerdi...
Kendimizi plaja atabilmiştik nihayet. Beş sap yan yana serildik, biraz denize girdik. Gözlerimiz akran karşıcinslerimizin üzerindeydi. Ama bir bakış bile yakalayamıyorduk. Olmuyordu. Akşam masaya yatırılması gereken bir mevzumuz vardı artık.
Sahi lan, kızlar neden bakmıyordu bize? Dışarı çıkmadan evvel buna bir çözüm bulmalıydık. Pascal olmaya gerek yok, beşli grubu dışarı çıkarken iki ve üç kişilik gruplara böldük. Bizde hiç kabahat yoktu çünkü, kalabalıktık, her birimiz için diğer odunlar potansiyel kızsavarlardı ve yalnız takılmalıydık. Biz aslında süperdik de kalabalıktık.
Hiçbir şey değişmedi sevgili okuyucu. Günler günleri kovalarken biz hep sap başımızaydık. Çok makarna yiyorduk, gece çıkarken Musa adlı bıçağımızı alıyorduk, halı saha yapacak adam bulmuştuk ve halı sahadan kilometrelerce yürüyerek dönüyorduk eve taksi paramız olmadığından. Lunapark'ta önce kazandırıp sonra kaz yolar gibi adam yolan oyunlarda da olan paramızı kaybediyorduk, jet-ski kiralamanın hayalini kuruyorduk ve bunları hep sap başımıza yaptık, evet.
Tatilin sonuna yaklaşırken bir yat gezisine katıldık. Hani şu 20 liraya bütün gün gezdirenlerden falan...
Çağdaş bütün tatilin acısını çıkaracaktı. Çağdaş kararlıydı. Çağdan çoktan Nazım'ı, Fırat'ı, Deniz'i, Tolga'yı gerisinde bırakmıştı, Çağdan bir hatun görmüştü.
Ama nasıl olacaktı? Aklına bir fikir geldi Çağdaş'ın. Biz artık sadece izleyiciydik. Çağdaş kızın oturduğu yere yaklaştı. Elinde gazeteler vardı. Kızın gazetelerden birisini ödünç isteyebilme ihtimalini sevmişti Çağdaş. Kız ikisinin arasına konmuş gazetelere kaydırdı bakışını. Galiba olacaktı bu sefer.
Ama biz geride dört kişi olmalıydık? Kim eksikti? Kim kayıptı?
Tolga'yı Çağdaş ile kızın oturduğu yere yaklaşırken gördük, Tolga elinde bir sigara ile o tarafa doğru gidiyordu. Tolga'nın her adımı Çağdaş'ı daha da geriyordu.
Tolga ikilinin arasındaki gazetelerin üstüne, tam da ikilinin arasına ıslak şortuyla şap diye oturuverdi ve kıza dönüp "Pardon, ateşin var mıydı?" diye sordu.
Biz o tatili en azından birimizin muzaffer bir edayla sırıtarak bitireceğine çok inanmıştık, olmadı, olamadı.
Hayat acımasızdı, erken tanıştık bu gerçekle.
On sene sonra bu kez Çeşme Sheraton'da buluşmak için sözleştik. Şeytanın bacağını kırmak için geç kalma ihtimalimize karşı bu kez Sheraton'da olacaktık, evet.
*Ne yazık, bu hikayedeki Ekrem Amca ve Tolga göremeyecek bu buluşmayı. Muhtemelen buluşma da olmayacak. Huzur içinde uyuyun.
Keşke notu düşmeseydin. Son anda..
YanıtlaSilAma ben sizin buluşma ihtimalinizi sevdim. Bol şans
hayat tatsız nitekim...
Silbelki de sarkmaya çalıştığımız insanlardandın sen de, esenkent'in çocuklarıydık bizler...