3 Mart 2012 Cumartesi

Eski Yaz Hikayeleri vol.6: Kaybedemedim Akşam Akşam

Doğrudan konuya giresim var sevgili okur. Ne zamandır yazmadım zaten, yazar vasfı taşımasam da sen okursun, uslu uslu oku konuya nasıl girdiğimi umursamadan…

İstiklal Caddesi. Sabahattin Ali pek güzel yazmış Sinop yıllarında. Pay çıkarasım var bu akşam kendimce, Sabahattin Ali nasıl güzel yazmışsa öyle güzel okuyor Volkan Konak. Tam da ekmeğimizi paylaşırmış gibi bir yanından asılacakken şarkıya, kesiliveriyor orta yerde.
Ekmek elden süt memeden kral gibi yaşıyorum aslında, kaybetmiş gibi şarkı söylemek neyime.
Sıkıntılı bir akşam. Sevgiliyi bir başka şehre yolluyorum. Sadece bir hafta sonra başka bir kıtaya yollayacağım ve bu da pek tatsız bir prova. Otobüs firmasının “yazhane”sine bıraktım onu. Biraz kızgınım, bir başka kıtada daha iyi bir doktor olmak için çırpınmayı benimle geçireceği saatlere yeğlemiş oldu bu tercihle. Sigara içmem ama sırtımda deri ceketim, pek dertli yine de mağrur salınışımı anlamlandırır diye ille de alasım var ağzıma bir tane.
Kafamı iyice dikip telefonu cebimden çıkarıyorum, arayıp binmiş mi öğrenmek istiyorum. “Dizilerde yok böylesi be dinime imanıma” derken sağı solu kalkmış yer döşemelerinden birine takılıp bir sağlam tökezliyorum. Kafam hafiften öne eğilirken sırtım yükseliyor, bu kambur duruşu ben nereden hatırlıyorum? Peh…
“Galiptir bu yolda mağlup” da olamıyorum.
Az önce ihanetine uğradığım telefon çalıyor. Bir an güzel bir film sahnesi hayat: “Ben gidemedim canım, sana dönüyorum, gelip beni alsana”… Nah!
Arayan bir başkası. Yakın bir arkadaşımın doğum gününü hatırlatıyor. Uğramak lazım. Hem zaten dertli bir ruh haliyle insan nasıl da yücelir değil mi! Gidip satmak lazım hüznü, derdi kederi.
Üstatların “bol parmak sallamalı şarkı” dedikleri türden şeyler çalan bir yere giriyorum. Hepsi giden aşkı unutmak ya da unutamayıp nasıl da gururla “Show must go on you cutthroat bitch” modunda yaşama halleriyle alakalı. Masadakiler coştukça ben duruluyorum, sakin sakin biramı yudumluyorum. İlgilerini çekmenin daha iyi yolu yok herhalde: Onca aksiyonun içinde mantar gibi duran hareketsiz bir adama dönüşüveriyorum. Neden sonra fark ediyor birisi. Yanındakine beni gösterip gülümsüyor, “Bu şarkı da tam senlik bu akşam” diyor. Benlik olan şarkı Bebek’te Miami’de tur atmaktan bahsediyor. Ağzına ayamın bittiği yerdeki et kabartısıyla koyasım geliyor. Hayvan derler. Elimdeki bira bardağını kırasım geliyor. Elim kanar, üstüm batar. Kafama çalsam bardağı, minimum hasar. Bunu da bir yerlerden hatırlıyorum, vazgeçiyorum. Masanın bol bol dersten çakanı, haliyle en “havalı” olanı başlıyor beni göstererek anlatmaya: “Oğlum biyokimya uygulamasında hoca geldi, bunu neredeyse öpecekti, sorduğu tüm soruları bildi öküz. Hoca bi’ de dönüp masaya ‘Çalışanın hali nasıl da belli’ falan diyor.”
Amiyane bir tabir var bunun için, kullanıp hayvanlaşmak istemiyorum, masanın taşak oğlanı oluyorum. (Kullandım mı ne)
Kalkıyorum erkenden, yasımı yaşamalıyım.
Yine en “artiz” adımlarımla geçiyorum İstiklal’i. Dolmuşla gitmek istiyorum, akbil falan bozar bu artiz havayı.
Dolmuş sırasına gelirken kafam tekrar dikilmiş, saçlar rüzgarda savrulur vaziyette. Benimle beraber durağa yanaşan dolmuşa doğru hareketleniyorum ağır ağır. Tam elimi kapı koluna atmışken –ki sinema tarihinde ben görmedim böyle bir kapı kolu tutuş, on numaraydım lan- arkadan kaba, hırıltılı bir ses geliyor, “Birader! Hüoop! Sıra var sıra!”. Kaçıncı bozgun oluyor bu akşam akşam, bilmiyorum…
Nihayet oturduğum semtteyim, bir kuruyemişçiye girip ayçekirdeği aldım kendime. Evime girdim, soyundum. Don atlet oturuyorum, çekirdek çıtlamaktan dudaklarım sızlar vaziyette. Sevgiliden kalma diyet kola var evde, ona yumuldum. Ayaklarımda kısmi bir üşüme, artık kombi yakmıyoruz, yerler soğuk, çorap da tabandan delik… “Parmak uçlarım sıcacık” deyip kendimi avutasım var.
Kendi kendime bile kaybedemiyorum lan! Ne çeşit bir trajedi, anlamadım.
Diablo ile tanışan Acun* misali elim kalkıyor havaya hafiften: “Aaabi şaka mı bu?”

*: Youtube'de ara okur, Diablo ve Acun anahtarları ile ara.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder