31 Mayıs 2012 Perşembe

Günün Ötesinde: 15 Senede

Toplu ulaşım araçları ve kahvehaneler için Türkiye'de halkın nabzının en iyi tutulabileceği yerler denilmişti; bunun yanı sıra hafıza tazelemek için de misal, minibüslerin ideal yerler olduğunu fark ettim bu sabah.

Her çeşit insan biniyor. Muhakkak bir şekilde karşılaştığımız insan modelleri.
Özelde birey olmaları çok fazla şey ifade etmemeye başlıyor. Hani kaza yapsa minibüs, içinde ölenler sadece "birkaç kişi" olarak anılacak. İşte tam da öyle bir indirgeme; içgüdülerinden ayırmadan fakat duygularını da görmezden gelerek yapılan bir tanımlama..
Velhasıl modeller…

Gördükçe bir şeyler anımsatan modeller..

Vatan Caddesi'nde oturuyorduk o zamanlar. 90'ların ilk 5 senesi. Tatlı bir kabuk değiştirme oyunu sürüp gidiyordu. 80'lerin o bunaltan havası yıkılıyor, sendikal alanda hareketlenmeler başlıyordu..

Babamın hala saçları vardı..

İstanbul hala çok kalabalık değildi..

Otogara (Topkapı) en yakın ev bizimkisi olduğu için gelenleri biz karşılardık..

Ev hep kalabalık..

Belediye lojmanları, herkes memur çocuğu, belediyenin kreşinden çıkma..

Öğleden sonra uyuyabildiğim zamanlar..

Özel otomobiller şimdiki kadar çok değil sayıca..

Minibüslerin de tadı var yine de.. Yine de kalabalık olmuyor o kadar..

Vatan Caddesi üzerinde iniyoruz ve bir defada karşıya geçebilmek için yeşil ışıkla beraber annemin deyişiyle "koş koş" yapıyoruz eğer hava kararmamışsa.. Şayet kararmışsa ben muhakkak uyumuş oluyorum.. Babamın kucağında geçiyorum karşıya; asansöre kadar uyanmadan..

Öyle sıradan bir akşam. Hava kararmış ve benim uyumadığım ender akşamlardan birisi.

Minibüstekileri büyük bir dikkatle izlediğimi hatırlıyorum. Bir çocuk dikkatimi çekiyor, benden büyük. Ayakta duruyor ama tutunmadan. Sadece sırtını cama dayamış..

Elinde bir bidon kapağı. Direksiyon gibi minibüsün hareketlerine göre çeviriyor.
Sonra ineceğimiz yerde minibüs duruyor, bizimle beraber atlıyor çocuk da aşağı ve hızlıca koşarak diğer tarafa uzayan karanlıkta gözden yitiyor.

Ben şaşırıyorum, annesi yanında değil. Önce anneme soruyorum, "ben ne zaman tek başıma binebilirim minibüse?"

Annem usulca anlatıyor çocuğun annesinin olmadığını ya da kaybolmuş olabileceğini. Yoksa o saatte, o yaşta bir çocuk tek başına sokakta olmazmış. Israrla sorular soruyorum çocuğun akıbeti hakkında. En sonunda annem yarın sabah karakolu arayıp polislere soracağını söylüyor da sakinleşiyorum.

Ertesi sabah kalkar kalkmaz ilk işim anneme bunu sormak oluyor.
Annem uyku sersemi, "acele etme" diyor.
Kahvaltı ediyoruz.. Unutmadığımı görünce telefonun başına geçiyor ve tek tek çeviriyor numaraları. Çevirmeli telefonlar, evet..

Polisle konuşuyor hesapta. Soruyor, "elinde kapak olan çocuk hani, annesini bulabildi mi?"..

Bana dönüyor ve mutlu haberi veriyor, rahatlıyorum.

Bugün minibüste dilenci ana-çocuğu görünce geldi bunlar aklıma.

Esasında seneler sonra anlamıştım annemin bana yalan söylediğini, çocuğun aslında zihinsel engelli olduğunu, şu anda çoktan "diğer tarafa uzanan o karanlık"ın içinde eriyip gitmiş olduğunu.

Daha da kötüsü yine seneler sonra anlıyorum ki büyümek duyarsızlaşmakmış, duyarsızlaştırılmakmış. Şu anda hiçbir şey hissetmiyorum çünkü..

15 sene önceki gibi değilim..

Ayrıca eklemem gerekir ki artık minibüslere bindiğimde uyumak için zorluyorum kendimi; bir kere uyumamanın bedelini hep aynı yokluğun farkındalığıyla ödüyorum çünkü.. Uyanık kalmak mümkün mü artık?


-2007-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder