23 Mayıs 2012 Çarşamba

Eski Yaz Hikayeleri vol.10: Toplumsal Teamüllere Kafam Girsin

Toplumsal teamüller, o toplumsal teamüller... peh...

Şanssız bir nesiliz biz. Akla karayı ayırmanın peşine bu kadar düşülmüş bir dönemin çocuklarıyız. "Oynamayın ulan şunun ayarıyla, durun" falan demeye kalmadan karşıdakinden etiketi yiyip kalakalıyoruz pekala...

Sanki Dede Korkut isim verecek arkadaş, bir "prezentabıl" modası, bir ayrışmalar... Üstelik bir de bize alttan alttan hep bir erkeğin silahlarının olması gerektiğini tembihlediler. Minikten babalarımız "Göster pipini amcalara" derken de böyleydi bu, annelerimiz nicelerinin canını yakacağımızı söylerken de... Nihayetinde sivilceli bir ergenliğin sonunda kendimizi "Yakışıklı yaa" ile "Sempatik çocuk, çok da zeki" arasında tercihe zorlanırken bulduk. Nicelerimiz genetik altyapısına bakmaksızın "Hacı ben tavlarım bu hatunu" deyip kaybedenin bayrak taşıyanı oldu farkına bile varamadan... Bazılarımızsa bir sabah ayna karşısında "Tipime sokayım lan" diye mırıldanırken gerçek dünyaya farklı donanımlarla çıkması gerektiğini anladı. Annelerimiz bize çok yalan söyledi; kimsenin canını yakamayacaktık.

Anton Çehov'un "Bizi çalışmak kurtarır" demesiyle Nazi puştlarının "Arbeit macht frei"ı arasında fark kalmıyor daha ortaokuldayken kızlarla tüm ilişkinin ödev üzerine kurulu olduğunu görünce. Sınıfın ödev yapan adamıydım, her sabah birileri benden ödev istemeye gelirdi. Bu seneler boyunca böyle sürüp gidecekti. Zamanla bunun adeta bir likit fon gibi kullanılabileceğini gördüm; böyle büyüdüm.

Yıllar yılları kovaladı, kapağı tıbbiyeye attım. Şimdi ilk gözağrısı anatomiyle yüzleşmeliydim. Ilk gözağrısı, "ulan doktor oluyoruz şaka maka" dedirten ilk ayrıntı; ilk baş ağrısı, ilk karın ağrısı... Bildiğin zordu lan. Ama doğru motivasyonla dağları delebilen bir kuşak yetişmiş bu topraklarda.

Senenin başından gözüme kestirdiğim kız oradaydı işte. Kurcalanmaktan artık üzerindeki hiçbir kas ayırt edilemez hale gelmiş kadavrayla boğuşuyordu, koldaki onlarca kası birbirinden ayırıp anlamaya çalışıyordu.

Bir sonraki pratik için bir haftam vardı.

Bir hafta boyunca yemedim içmedim, atlası kitabı açıp anatomi çalıştım. Itler gibi çalıştım, okula uğramadım, diğer dersleri umursamadım, kol kaslarına çalıştım. Hani anatomi hocalarım görse gözleri yaşarırdı; dikkatim dağılmasın diye odanın camını kapısını açmadan çalıştım, içerdeki kesif gaz kokusu başağrısı yapana kadar çalıştım. Bir hafta sonunda sular seller gibi ezberlemiştim kol kaslarını. Odadan çıkıp dışardaki hayata adapte olmak zor oldu ama değerdi.

Anatomi pratik salonuna girdim, omurga alabildiğine dik, yüzümde en zeki sırıtışım. Yavaş yavaş tüm öğrenciler geldi. Hocalar o hafta için bir iki ayrıntıdan bahsetti, serbest çalışmaya bırakıldık sonra da...

Kadavranın başına geçtik ama sırt kasları çalışıldığından yüzüstü yatıyordu kadavra. Ters çevirmek için hamle ettim, tek başıma olmuyordu. Arkadan sarıldım olmadı, alttan kaldırmak istedim yine olmadı. Göğüs kafesi açılmıştı, tek başıma almak istesem akciğerleri, kalbi yerinde durmuyordu. Ama bu hafta kol çalışmak için o kadavra sırtüstü uzatılmalıydı. Bir haftayı düşündüm, dağları delen aşıkları düşündüm; Kerem, Tahir, Mecnun, Karac'oğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Bolubeyi, Iraz Ana, Anadolu'nun çatlak toprakları, kör başına Neo, Don Corleone, Lex Luthor ne var ne yok film şeridi gibiydi, "Ya Allah" dedim yüklendim hepsi gözümün önünden geçerken. En son sarılır pozisyonda kendi göğsümle kadavranın göğsünü desteklerken bulmuştum kendimi. Hareket edemiyordum.

"With a little help from my friends" sadece bir şarkı sözü değildi, öyle olmamalıydı, yalvaran gözlerle bakıyordum etrafa beş dakikadır. En sonunda bir dostum yaklaştı ve çevirmeme yardım etti vücudu. Şimdi olmuştu işte. Iyi çocuktu zaten o dost, severdim.

Kola bakmaya başladım, sağı solu davetkar bir biçimde keserek koldaki kasları saymaya başladım. Arkadaş yanımda gülümseyerek izliyordu beni. Sonra bir iki kişi daha geldi. Ve işte en sonunda o da yaklaşıyordu, "güzel hatun vesselam; güzel, hatun ve selam"...

Baştan aldım, yeniden saymaya başladım. Yani aslında kafam biraz karışmıştı. Pek kitaplardaki çizimlere benzemiyordu. Hiç benzemiyordu. Çok deforme olmuştu, çok karışıktı.

Terlemeye başladım, boncuk boncuk terliyordum, alnımdan iki yana süzülüyordu damlacıklar. Her defasında baştan alıyordum ama bir türlü tamamlayamıyordum. Izleyenler de huysuzlanmaya başladılar. Bir tanesi dönüp gitti. Artık zamanı gelmişti, bitirmek lazımdı. Yaradana sığınıp ne biliyorsam rastgele saymaya başladım. Her tuttuğum kas için aklımdaki isimlerden söylüyordum bir tane, bazı isimleri iki ayrı kas için de söylüyordum. Ne bildiysem saydım döktüm canhıraş, yalan yanlış...

Kafamı kaldırmaya utanıyordum. Olmamıştı. Ama felaketin büyüğü daha gelmemişti. Kadavrayı çevirmeme yardım eden arkadaş "Abi sanki biraz yanlış oldu" dedi. Doğrusunu saymaya başladı. Ben iki adım geriledim. Arkadaşa baktım. Yakışıklıydı piç. Bir de rol çalmıştı benden; takır takır sayıyordu kasları. Aynı anda hem zeki hem yakışıklı olmak gibi bir opsiyondan bahsedilmemişti sanki. Hani toplumsal teamüller, evrimin emirleri, silahlarımız falan...

O an çok silahsız kalmıştım, hani evrim her erkeğe birtakım silahlara sahip olmayı zorunlu kılıyordu ya, ne silahı lan, bildiğin iki yaprak bir dal çırılçıplak hissediyordum. Rol çalan o dallamaya da girmek istedim ama kibar bir insandım ve centilmenliğimden ödün veremezdim.

Girdiğimde nasıl dik yürüdüysem eşiğe takılana dek çıkarken de dik yürüdüm. Ancak uzun sürmedi, geç ergenlik travmalarının üstüme fil gibi oturduğu günlerde omuzlarım çöktü, hep çöktü. Bir hafta sonra kantinde arkadaşla güzel hatunu el ele görene kadar çok çöktü, saçları kazıtıp "Koy götüne gitsin tırıs tırıs" diyene kadar çöktü. Toplumsal teamüllere kafam girsin; nihayetinde şanssız bir nesildik biz, bundan olsa gerek, büyümek güzel şeydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder