2 Mayıs 2012 Çarşamba

Eski Yaz Hikayeleri vol.9: Babamın Arabası, Hayallerim ve Sen

Ah ergenken bile kapımı hiç çalmamış motorlu taşıt tutkusu... Koca bir kara delik gibi yaşatırım hala içimde yokluğunu.

Hiç meraklı olamadım arabalara. Aşağı yukarı her erkek çocuğunun en büyük fantezisi olmuştur halbuki dönem dönem. Modern zamanın pederle kapışma arenası... Kastrasyon kompleksiyle ödipal ittirmelerin itiş kakış miniği ileriye hazırlama çabası...

18'imi geçtiğim günle beraber başladı ev ahalisinin "ehliyet al" baskısı. Ben arabalardan korkuyordum. Bildiğin korkuyordum. Hani arabada büyümüş bir velet olmama rağmen anlamsız da gelmedi bu korku. Insanoğlu kendi elleriyle yaptığı makinanın içinde patır patır ölüyordu. Ekranlarda her gün onlarca, yüzlerce ölümlü trafik kazası haberi... Korktum ve öteledim ehliyet işini. 22'ime kadar öteledim. "4 sene de bir şey mi lan it" diye diklendiğinizi duyar gibiyim, kararlı bir anne-babaya dört sene karşı durmak az değil, küfrettirmeyin kendinize!

Ehliyeti aldıktan sonra arabaya ısınmak, ustalaşmak falan, kaç kaçabildiğin kadar, 2-3 seneyi de öyle yedim ben mesela. Sonra bir yaz pederle validenin tası tarağı toplayıp memlekette yaz geçirme hayallerini gerçekleştirme vakitleri geldi. Araba İstanbul'da kalacaktı. Benimle...

Garip olan şu ki sevgili okur alıştıkça, ustalaştıkça, kurtlaşıp taksiciye küfredecek hale geldikçe, o şoför siniri oturdukça zevk almaya başlıyor insan. Evet, insanın böyle ilginç bir defosu var, sinirlendiği şeylerden gizliden gizliye bir de haz duyuyor zira şu kısacık tecrübemden çıkardığım kadarıyla yaşamı en net hissedebildiğimiz an o ağız dolusu sinkafı fütursuzca muhatabı olduğundan şüphe etmediğimiz ilgili şoföre teslim ettiğimiz an oluyor.

Istanbul sokaklarının kurdu gibi oradan oraya cirit attım yaz boyu. Konserden konsere etkinlikten etkinliğe koştum. Hani kültür başkentinin bir altın anahtarı olsa şöyle dıravdan bir kopyasıyla fotoğraf çektirmeme izin verirdi UNESCO, o derece.

"Bir akşam yine konserdeyim" şeklinde başlayan cümlelerim vardı sakladığım. Uzun uzun da sakladım. Hani yaz vakti İstanbul'da bir insanevladı kalmamış tanıdığım. Tüm arkadaşlarım memleketlerine gitmişler. Saklamak zorunda kaldım onlara etmek üzere ama olmadı. Bugüne kısmetmiş.

Bir akşam yine konserdeyim. Ben diyeyim Jan Garbarek sen de Demet Akalın. Gezip duruyorum, artık gittiğim konser kimin, hangi yönetmenin filmindeyim,ne sergisi yazın göbeğinde hatırlamıyorum, bilmiyorum. Öyle serin bir akşam tiril tiril giyinmişim. Arabaya sinmiş bir tabldot yemek kokusu var, çıkmaz durur öyle. Bana da sinmesin diye arabadan inmeden deodorant sıkıyorum. Inip teknolojinin nimetlerinden faydalanmak üzere sırtımı arabaya dönüp uzaklaşıyorum. Elim omzumun üstünden arkaya bakıyor ve anahtarın üzerindeki düğmeye basıp kilitliyorum arabayı. Artizlik bir yere kadar ama, "kilitlendi mi ki lan acaba" diye kafayı çeviriyorum. Çevirmemle takılıp tökezlemem bir oluyor ve dramım önümdeki sümbül ya da lale gibi bir çiçek adıyla bezenmiş kartı sayesinde her konsere en önden ve bittabi en güzelinden bilet alan kalantorun birine arkadan bindirmemle sonlanıyor.

Ağız dolusu özrü püskürtüyorum adamın suratına ve büyük adımlarla uzaklaşıyorum ama arkadan hala "bu kadar da olmaz ki canım" fırlatıyor bana. Epeyi talihsiz bir başlangıç ama olsun. Keten gömleğim, ince bir pantolonum, bej ayakkabılarım ve arabam var ve de Moda Yelken Kulübü üyeliğinden hepi topu 30 sene ve birkaç yüz milyar türk lirası kadar uzağım.

Yerime doğru ilerliyorum. Bu gecenin talihsiz hikayesini atlatmış olmalıyım, daha ne olacak canım allaseen... Yani bu gecelik de bu kadar işte dimi...

Koltuğumu bulup kıvrılıyorum ve yanıma oturacak şanslı insanları beklemeye koyuluyorum. Açıkhava konserleri bir sohbet havasında geçiyor adeta. Buna güveniyorum. Bütün yaz böyle tek başıma harcanacak değilim ya...

Ben aslında bütün şansını küçükken bir dondurma firması yüzünden yitirenlerdenim. Bütün şans hakkımı, bütün talihimi çubuk dondurma promosyonlarında kaybettim. Bir gün bir dondurma aldım ve peşinden tam olarak 9 çubuktan bedava dondurma çıktı. On dondurma yedim. Sonra da hiçbir işim iyi gitmedi. Hayır, aynı akşam ishal olduğumda anlamam gerekirdi ama aklım boyumdan kısa, boyum desen sandalyeye oturduğumda yerle temasa izin vermiyor.

Umut güzel şey, şans o gece kapıyı tekrardan tıklattı. Yanıma dipdüşürengillerden bir kadın oturdu. Ne kadar kararlı olduğumu anlatamam, bu gece sohbet burada bitmeyecekti.

Koltuğumda doğrulup merhabalaşmak üzere kendisine doğru döndüm. Benim dönmemle onun merhaba demesi de bir oldu zaten. Konser başlamadan bitmişti ama bu gece sohbet burada bitmeyecekti.

Iki saat konuştuk. Dünyayı cazdan mahrum bırakmamak gerekiyordu. Cazı nasıl yaşatabilirdik? Caz nasıl daha fazla insana ulaşabilirdi? Dünya barışı cazla tesis edilecekti. Hani konser veren caanım adamlar duysa oturur ağlarlardı kendilerine biçtiğimiz rolün ulviliği karşısında. Sınırları zorluyordum kendi adıma, bu gece sohbet burada bitmeyecekti.

Tam bildiğim tüm caz sanatçıları tükenmişken grup da son kez gelip selamını verdi ve yolları ayırma vakti gelmişti. Otoparka yöneldik. Konser güzeldi ve arabası var mıydı? Nasıl gidecekti? Bırakmamı ister miydi? Bu gece sohbet burada bitmeyecekti.

Taksim'de bırakmış arabasını, oraya kadar götürmeyi teklif ettim, hayat güzeldi. Arabaya bindik ve Taksim'e doğru ilerliyorduk. Ben kendisine bakarken o konuşuyordu. Hiç susmadı. Ta ki önümde kırmızı ışıkta bekleyen taksiye bindirene kadar...

Bu gece sohbet burada bitecekti.

Birkaç saniye sessizlikten sonra korkudan ağlamaya başladı. Birkaç saniye salya sümük saldıktan sonra da kendisini arabanın dışına attı. Özür diledim ama bana bakmıyordu bile. Taksiciye döndüm, ızbandut abiye atar yapılacak gibi değildi. Hemen yanımızda "geçmiş olsun"a duran taksiye binip uzaklaştı kadın. Ben taksiciyle baş başa kalmıştım. Sonra pederle de baş başa kalacaktım. Belki de bir sene erken almış olsam ehliyeti, hani birkaç ay ya da bir iki hafta... birkaç gün...

Tek tesellim ağlamaya başlayınca kadının ne kadar çirkinleşebildiğini görmek oldu. Ağlayınca çirkin olan bir kadınla ne işim olurdu ki canım, hiç...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder