8 Haziran 2012 Cuma

Eski Yaz Hikayeleri vol.12: Büyümek Çok Sancılı

Çok sancılı şey büyümek. Hani böyle kastettiğim 10-15 yaşa gelmek falan değil de daha çok 18'le 24 arasını geçmek. Hele ki bir de üniversite gibi özerk bir fauna içindeyken...

Birinci sınıfları kesiyorum günlerdir, hani kesmek derken sosyal gözlem lan, hemen aklınıza uçkur hikayeleri düşmesin, burada seviyeli sohbetler yapıyoruz. Ne diyordum, birinci sınıflar, evet. Nasıl da heyecanlılar, nasıl da kıpır kıpırlar. Bir içeri, bir dışarı hiperaktif gibi, rahat batarmış gibi durmadan bir devinim halindeler, zaten büyümek de devinim değil mi a dostlar...

Evet, günlerdir kesiyorum bu büyüme sancıları içindeki çocukları. Kendi birinci sınıf hallerimi düşünüyorum sonra, aynı şeyler hep... Dünyanın en önemli meselelerini konuşmak için kütüphanede alınmış karşılıklı mevzilerden bakışarak dışarı çıkmak, on dakika konuşup tekrar girmek, karşı mevzideki kızın birinci sınıf olduğuna bakmadan büyüttüğü memeleri masaya mevzileyip beni büyülemesi... güzel zamanlardı.

Hani hiç şikayet etmeden saatlerce hatunun kendisine yapılan haksızlıkları anlatışını dinlediğimiz zamanlar, saatlerce erkek erkeğe kızların hareketlerini yorumlamaya çalışıp en nihayetinde zorlaya zorlaya "Onun da bende gönlü var abi" noktasına vardığımız zamanlar...

Şimdiki çocuklara bakıyorum da farklı değil pek. 10-12 kişilik bir arkadaş grubu gözetimim altında. Üç oğlanın beraberce yazdıkları hatun bir diğer oğlanın peşinde, o diğer oğlan ise dünyadan habersiz. Aralarından bazılarındaysa "karşı cins diye bir şey var lan" düğmesi açılmamış, hala kafalarını kaldırmadan çocuk gibi ürkek yürüyorlar ya da yekün halde oğlan çocuğu gibi jestlerle "ben de ayakta işeyebilirim istersem" demeye getiriyorlar.

İşte o gün de bundan farklı değildi. Yine anlamsız bir hareketlilik içindelerdi. Ben yine inceden izlemeye başlamıştım bunları. Bir taraftan önümdeki kitaba gömülmüş gibi yapıyordum bir taraftan da içeri girip çkan birinci sınıfları izliyordum. Bir ara bana doğru gelmeye başladı aralarından bir tanesi, iri yarı bir oğlan. "Abi iki dakika bakıcan mı bi mevzu var da, bi gelsene dışarı" dedi. Çıktım çalışma salonundan, kütüphanenin dışına yöneldik, orada iki kişi daha vardı. "Hayırdır gençler?" dedim, suratımda dünyanın en kalender insanı ifadesi vardı. Hani Hıncal görse köşesini kapatır giderdi, Haşmet görse "Ben aşkı hiç bilmemişim baboli" der ve o şehirli havasında ödün vererek elime ayağıma sarılırdı, o kadar...

"Sen niye bizim hatunları kesiyon lan?" dedi içlerinden en iri olanı. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. "Yok çocuklar, ben onları kesmiyorum, ben öyle bakıyorum size" diye toparlamaya çalıştım, "İbne misin ulan sen!" dediler. "Bakın" dedim, "öyle cinsiyet ayrımcı ifadeler falan hoş olmuyor, benim kastettiğim tüm grubunuzu kesiyorum." Olmuyordu, iyice batıyordum, "Hepten sapıkmış lan bu, girelim olum biz buna" diyorlardı. "Yok gençler öyle değil, sosyal inceleme, sosyoloji, gözlem gözlem pozitif bilim" demeye çalışırken ilk tokadı yedim. "Bak kızlarınız izliyor, dövdürmeyin kendinizi bana" derken ilk yumruk da geldi, sonrasını saymadım zaten.

Ağzım yüzüm kan içinde kalmıştı güvenlik görevlileri gelene kadar, şerefsiz gibi dövüp gitmişlerdi. Hayır, ayağımın altına almayı bilirdim ama nihayetinde benden yaşça küçüklerdi, üstelik kızlarının önünde rezil etmeyeyim dedim ama anlamadılar. Ben sosyal dedikçe vurdular, gözlem dedikçe vurdular, sosyoloji demeye çalıştım ama kelimeyi bile tamamlatmadan dövdüler.

Kuşak farkı burada ortaya çıkıyordu işte, bu gençlerin sosyolojiden falan anladıkları yoktu, bunlar yozlaşmış kolej gençliği gibilerdi adeta, amerikan filmlerinden fırlamışlardı sanki.

Benim için de her şey ilk günkü kadar beyaz olmuştu o dayaktan sonra. Sosyoloji kariyerim erken bitmişti, metot değiştirmeyi düşünmedim değil ama bir kez daha kızlarının önünde burun buruna gelip çocukları rezil etmekten korktum.

Evet, sancılı şey büyümek. Günlerce sızım sızım sızladı şerefsizim... O piç kuruları büyürken sızlayan bendim ama sonuçta büyümek sancılıydı işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder